Menü

Narsisizm’i Besleyen Ebeveynler ve Geleceğin Ben’leri

13 Şubat 2017 - Makaleler
Narsisizm’i Besleyen Ebeveynler ve Geleceğin Ben’leri

İnsan kendi yok oluşunu nefsine hâkim olamamakla hazırlamaya başladığında, kimse fark etmemişti bu yok oluşun yeni bir türü doğuracağını; Narsisizm…

 

Etrafımda her sözüne “Ben” diye başlayan, “yaptım, ettim, tuttum, başardım vs…” diye bitiren o kadar çok insan var ki, bu kadar “Ben”in arasında “Biz” olabilmek, bir gün dönemin en büyük sorunsalı olacaktır… derken sanırım o gün geldi de çattı artık.

 

Narsisizm neydi kısaca bi bakalım. Türkçe karşılığı “özseverlik” bir kişinin kendisini aşırı sevmesi, hatta kendisine aşık olması, hayranlık duyması veyahut tapması anlamına gelen bir sözcüktür. Psikoanalitik kuramının da kurucusu olan ünlü nörolog Sigmund Freud “Narsisizm Üzerine” adlı makalesinde narsisizmi “Dış dünyadan soyutlanmış olan cinsel enerjinin (libido) egoya, yani kişinin kendisine yönlendirilmesi” anlamında kullanmıştır. Ancak günümüzde bu anlayış bazı değişikliklere uğramıştır. Günümüz psikanalistleri, bir kişinin başka kişilerle olan ilişkilerinde, onlara duyduğu sevginin daha sağlıklı olabilmesi için, kişinin mutlaka kendisine karşı bir miktar narsisistlik besliyor olması gerektiği görüşündedir. Tabi, elbette aşırı narsisizmin kişilerin ilişkilerini olumsuz yönde etkileyeceği de kesindir. Bu durumda olan insanlarda narsisizm hastalık aşamasındadır. Öyle ki, kişiler, kendi özelliklerini ve başarılarını abartmakta, güç ve fantezi peşinde koşmakta, başkalarının dikkatlerini çekme çabası içerisinde olmakta ve eleştiriye ya da yenilgiye tahammül edemeyen bireyler haline gelmektedirler.

 

Peki bu narsisizm sözcüğü nereden gelmektedir? Mitoloji ile bağlantısı nedir? Narkissos, Yunan mitolojisinde bir kahramandır. Kendine âşık olanlara aldırmayıp, onları karşılıksız bırakan ve çok güzel bir peri kızı olan Ekho, bir gün avlanan bir avcı görür. Narkissos adındaki bu avcı çok yakışıklıdır. Ekho bu genç avcıya ilk görüşte âşık olur. Ancak Narkissos bu sevgiye karşılık vermeyerek, peri kızının yanından uzaklaşır. Ekho bu durum karşısında günden güne eriyerek, kara sevda ile içine kapanarak ölür. Bütün vücudundan arta kalan kemikleri kayalara, sesi ise bu kayalarda ‘eko’ dediğimiz yankılara dönüşür.

 

Olimpos dağında yaşayan tanrılar bu duruma çok kızar ve Narkissos’u cezalandırmaya karar verirler. Günlerden bir gün av izindeki Narkissos susamış ve bitkin bir şekilde bir nehir kenarına gelir. Buradan su içmek için eğildiğinde, sudan yansıyan kendi yüzü ve vücudunun güzelliğini görür. O da daha önce fark edemediği bu güzellik karşısında adeta büyülenir. Yerinden kalkamaz, kendine âşık olmuştur. O ana dek kimseyi sevmediği kadar, sevmiştir kendi görüntüsünü . O şekilde orada ne su içebilir, ne de yemek yiyebilir, aynı Ekho gibi Narkissos da günden güne erimeye başlar ve orada sadece kendini seyrederek ömrünü tüketir.

 

Mitolojilere kadar uzanan bu kavramın günümüzde tam olarak karşılığının ne olduğu ve yazının başında da çağın sorunsalı derken neyi kastettiğimi net bir şekilde ifade etmem gerekirse; Freud’a göre, insanın yaradılışının doğal ve gerekli bir parçası olan narsisizm; özsevgi, özsaygı, özdeğer, ego saygısı, kendilik değeridir. İnsanın narsisizme ihtiyacı vardır, yoksa diğerleriyle iletişim kuramaz, hatta sokağa çıkamaz. Şu halde narsisizm patolojik bir durum değildir. Narsisizm, her insanda olması gereken, olağan ve doğal bir yapıdır. Sevilme, değer görme, kayrılma, adam yerine konulma, önemsenme gibi aslında temel ihtiyaçlardır. Ama sorun şurada başlar; Narsisistik ihtiyaçlar çocukken yeterince ve abartısız karşılandığında “sağlıklı narsisizm” gelişirken, karşılanmadığında veya abartılı karşılandığında ise “hastalıklı narsisistik yapı” ortaya çıkar. Bu nedenle narsisistik ihtiyaçlar konusunda kırılgan ve hassas olan narsisistik yapıdaki kişiler, çaresizce yakın ve benmerkezci bir ilişki içinde olmak isterler ama ilişkiye verecekleri ve ilişkiden alacakları konusunda mantıksız beklentileri olduğundan bunu başaramazlar. Bu da kaçınılmaz olarak hem kendilerinde hem de yakın ilişkide oldukları kişilerde hayal kırıklığına ve öfkeye yol açar.

 

Günümüz ebeveylerine bir düşünün. Her gördüğünü, her okuduğunu, her duyduğunu doğru sanıp ya da çoğu zaman doğru mu yanlış mı diye araştırmadan sırf “Elalem ne der?” kaygısıyla yada “Mahalle baskısıyla” hiç olmadı “Ben çocuğumu en bilimsel yenilikçi öğretilerle yetiştiriyorum” cümleleriyle çocuk yetiştiren sevgili ebeveynler…

 

“Benim çocuğum en iyi kıyafetleri giymeli.”

“Benim kızım en güzel evlerde oturmalı.”

“Benim oğlum kimseden emir almamalı.” vb.

 

Bu cümleler tanıdık geldi mi? Ya da yetmediyse bir de şuradan örnek vereyim;

 

“Benim çocuğuma kimse sesini yükseltemez, ben bu güne kadar bir kere sesimi yükseltmedim yavruma.”

“Oğlumun önüne kimse set çekemez, o ne yapmak isterse onu yapar.”

“Bu çocuğun bebekliğinden belliydi böyle olacağı, istemediği hiç bir şeyi zorla yaptıramazsın.”

“Bir tanecik evladımız var, tabi ki her istediğini yapacağız.”

“İmkânımız var ki alıyoruz, ne olmuş yani 16 yaşında diye son model telefon kullanamaz mı” vb.

 

Daha onlarca örnekle günümüz büyüklerinin aşırı koruyucu tavırları ile mimarı oldukları şey, kendilerini her şeyin üstünde ve hep önce ben diyen narsist bir nesil… Bugün hayatın gerçekleriyle karşı karşıya kaldıklarında bununla baş edebilecek kabiliyeti vakti zamanında öğrenemedikleri için (öğretilmediği için), gençler arasındaki  depresyon vakalarının günümüzde de yıldan yıla katlanarak arttığını görmeye başladık zaten.

 

Küçük şeylerle mutlu olmayı öğrenen bizler şimdi çocuklarımıza asla az ile yetinmemeyi öğretiyoruz. Hatta bunda tüm medya, reklamlar, filmler, uzmanlar yakın çevremiz kısacası herkes de destek veriyor. Çünkü biz ezildik, onlar ezilmesin…

Ne her gördüğümüzü isterdik, ne de her istediğimiz oldu. Ama bunalımlara girip çıkmazdık. Ertesi gün unuttuk. Şimdi 4. Sınıf bir öğrencimiz karne hediyesi olarak laptop istiyor, çocuktur ister sorun yok ama şu cümle üzerine biraz düşünün derim ben, (yorumsuz); “Verdiğim emeğin karşılığını alamayacaksam çalışmamın ne anlamı var?”

Bir giydiğini bir daha giymemek, önüne konan yemeği beğenmemek ne haddimize. Hani bir kıyafetin miras gibi büyükten küçük kardeşe kaldığı günlerden bahsediyorum. Bu fakirlikten miydi, belki bir kısmı. Çoğunluğun bunu yapma sebebi neydi ki?

 

Yukarıdaki örnekler uzar gider, anlatmak istediğimi anladınız siz. Bir şeye sahip olmak için alın teri gerekir, çok çalışmak gerekir, emek vermek gerekir. İşte bu yüzden ekmek ve emek nimettendir derdik. Birçok sebepten aile yapılarımız o kadar değişti ki artık bu temel kavramları öğretmek için okullarda suni eğitimler veriliyor, oysaki eğitim hele ki ahlaki eğitim okulda değil aile de başlar. Görevimiz çocuklarımıza yalnızca somut kavramları öğretmek değil, aynı zamanda soyut kavramları da öğretmektir. Tek örnek önce sen kitap oku ki çocuğunda okusun ve bu ve benzeri türevleri olmamalıdır ki bunu bile başaramadığımız ortada.  Sevgi, Saygı, Adalet, Cömertlik, Hoşgörü, Empati gibi değerlerin ne olduğunu öğretmek toplum yaşamı adına çok daha önemli kültürel bir sorumluluktur.

 

Yakın gelecekteki dünyada toplum bilincinin tamamen kaybolmaması için, bu günün çocuk ve gençlerine biz bilincinin aşılanması, değerler eğitimi kapsamında temel ahlaki değerlerin, aidiyet duygusunun, birlik ve beraberliğin aşılanması gerekmektedir. Yazının başında dediğim gibi, İnsanoğlu bugün kendi yok oluşunu nefsine hâkim olamamakla hazırlamaya başladı ve bir gün “biz” olamayan bu kadar “ben”in arasında dünyada mutluluk yâda insana-doğaya-hayvana sevgi gibi kavramların “artık mazide kaldı” cümlelerini duyar olacağız.

 

Muhammet EROĞLU

Rehber Öğretmen

Denizli Özel PEV Amiroğlu Fen Lisesi Rehber Öğretmen